28 Ocak 2011 Cuma

cuma

Sonra öyle durdum biraz. Bir süre Afrika kıtası yokmuş gibi davrandım. Tekerlek icat edilmemiş, ıspanak bir sebze değilmiş gibi… Yok sayınca yok oluyor çok şey, her şey değil. Gözümü kapatınca kör olabiliyorum aslında. Ama karanlığı gördüğümü varsayıyorum bu sefer de, görmemeyi gururuma yediremiyorum. Tuhaf yani.

Durdum sonra biraz öyle. Komik şeyler düşünmeye çalıştım. Düşününce buluyor insan. Güldüm biraz işte. Kendi kendine gülenlere deli diyenler insan değiller. Belki de insandırlar, emin değilim. Ama gülmeyen insanlardan çok korkuyorum. Bu gerçek. “Hayata katlanamadığımız için espri yapıyoruz” demiş… Kim demiş? Mühim değil, doğru demiş nihayetinde. Bu yüzden mi bu kadar gülüyorum yoksa güldüğüm için mi bu yüze varıyorum kuşkuluyum. Kaotik bir sebep-sonuç sarmalı bu. Yanisi gülünecek hiçbir durumu boş geçmiyorum. Böylece katlanıyorum. Görseniz, her tarafım kat izi…

Biraz durdum sonra öyle. İçimdeki bu anlatma isteğiyle kavga ettim. İsteğim beni dövdü. Bu aralar çok asabi. Asabiyetinden aldığı bir gücü var. Fazla ilişmemeye özen gösteriyorum. Ama birinin ona, anlatacaklarının hiçbir işe yaramayacağını söylemesi gerek.

Sonra durdum öyle biraz. Kırmızı koltuk eskiyene kadar oturdum. Ademoğlu ahir ömründe en çok oturuyor galiba. İnsanların hafızamdaki fotoğrafları genelde otururken çekilmiş. “Oturmaya da kalsaydı” dediklerim de var “keşke biraz daha öyle otursaydı” dediklerim de… En çok da bunlar oturmuş içime. Oturmak da ne acayip kelime…

Biraz öyle durdum sonra. Sekerat denilen bir şey var. İnsanın ağzı köpürüyor böyle, nefes alamıyor. Bir şeyler söylemek istiyor ama söyleyemiyor. Ona demek istiyorum ki “son nefesini benim için harcama, ben buna değmem.” Diyemiyorum. Kalas yutmuş gibi oluyorum çünkü. Tam yutamamışım da boğazımda kalmış gibi daha doğrusu… Hep aynı şey. Birine benziyor. Allahım nasıl da ona benziyor! Zaman, zeminden çekiliyor. En başa gidiyorum. Onu buluyorum. Dönerken kaç yere daha uğruyorum? Sayabilsem de bereketi kaçsa. Ama sayamıyorum. Hepsi ona benziyor. Hepsi öyle…

Öyle durdum sonra biraz. Orta Asya’da kutsal sayılan bitkiler ve hayvanlara dair bir şeyler okudum. Bir ağacı kesmeden evvel ondan özür dileyen adamlara dair konuşmak istemiyorum, çok duygusal olduğum düşünülüyor sonra. Sırf bu yüzden vücudumda kırılmadık kemik kalmadığını da anlatmıyorum kimseye. Bir film vardı. Kadının teki bir binanın en yüksek yerine… Her neyse.

Hiç yorum yok: