17 Aralık 2011 Cumartesi

başka türlü birşey

başka türlü birşey senin yanında olmak inan bana çok başka.... en önemlisi senin yanında saate bakmıyorum hiç ve bu benim açımdan mükemmel birşey. çünkü senin yanındayken zaman önemini yitiriyor umurumda olmuyor saat zaman...ister ısparta da olalım ister izmir de ister urlada yada foçada umurumda deil nerede olduğumuz çünkü seninle her yer keyifli hale geliyor ve ben bundan korkuyorum! evet korkuyorum çünkü son zamanlar garip şeyler hissediyorum uzaklaşıyorsun sanki ve sen sıradan bi insan deilsin benim için en en önemlisi iyi bir arkadaşsın ve ben bunukaybetmek istemiyorum... ve fark ediyorum ki şu kısacık zamanda öyle çok şey kattın ki bana öncelikle seni hiç unutmamamı sağlıyacak bir iz bıraktın ve beni büyüttüğünü hissediyorum ne zaman başım sıkışsa derde girse bir şekilde yanımda oluyorsun seninle konuşurken şeffaflaşıyorum adeta yanında ağlamaktan utanmıyorum şarhoş olmaktan utanmıyorum iyi birisin sen, her ne kadar bunun aksini iddaa etsende. ve son olarak iyi ki hayatımın bu dönemimde yanımdasın saol...

16 Aralık 2011 Cuma

hain bir kadının portresi...

''Her şey bir anda olmuştu; ağzından kelimeler nasıl döküldü anlamadı bile adam… Kadın onu aldatmıştı… Biliyordu adam aldatıldığını yıllardır, ama söylemiyordu… Kadın, aldatmış olduğunu yüzüne bir tokat çarpan adama baktı… Yıllardır biliyordu adam onu aldattığını ama neden şimdi söylemişti… Adam kısık sesiyle sadece “neden ?” diye bildi ve kadın anlatmaya başladı… “Her şey ilk… " Herşey ilk... Hayır dur bir dakika. Bunun bir zamanı yok. Varsa bile ben bilmiyorum. Sadece o adam vardı. Ve bir de sen. Çok farklıydınız. Sen ele geçirilmiş olandın diğeri ise henüz ele geçirilmemiş olan. Bazıları böyledir. Elinde olan herşeyi değersiz kabul eder. Hayır alınma. Bu senin değersizliğinden değildi elbette. Bilirsin birşeyler eskidikçe yenilerini isteyenlerdenim ben. Herkes böyledir. Sen de, o da, bir başkası da... Bana hiç bilmece bırakmadın. Çözülmemiş, anlaşılmaz bir yanını ya da... İnsanların kendilerine ait sırları olmalı. Ya da anlaşılmayan bazı yanları... Ama sende yoktu bu. Sanki göğsünü yırtmış tüm kalbini ortaya sermiş gibiydin. Bilirsin işte... Hayır hayır bana dürüstlükten söz etme. Bildiğin halde herşeyi kabul etmiş görünmek mi dürüstlük? Değil. Ben ne kadar hainsem sen de bir o kadar hainsin aslında. Aslında biliyor musun tüm bu açıklamalar saçma aptalca. İhanetin açıklaması yoktur. Bir hain vardır ortada bir de ihanet edilen. Toplanıp gitmek gerekir. Tüm bu konuşmalar neden? Onurunu kırmaktan başka neye yarayacak bütün bu sözler? Aklının içinde evirip çevirecek daha da nefret edeceksin. Unutmak daha da çok zaman alacak. Bunu mu istiyorsun? Farkında değil misinin sahiden; İnsan haindir. Hayatının bir yerinde bir zaman birine ihanet eder. Ve insan zavallıdır. Bir zaman çok sevdiği birinin mutlaka ihanetine uğrar. Tüm canlılar ihaneti tadar. Düşün sen kime ihanet ettin? Şimdi hissettiğin gibi kim zavallı hissetti senin karşında kendini? Kimse dürüst değildir. Kimse...

Hepimizin İçinde İzler Kaldı!

Çocukluğumuzdan kalma yaralar taşıdık bugüne, farkında bile değiliz. İçimizde kabuk bağlamış, sonra kabuğu da düşmüş kaç iz var kim bilir? Geçti zannettiklerimiz, unuttuklarımız, hatırlamadıklarımız; hepsi aklımızın, ruhumuzun bir yerinde duruyorlar. Güzel giden bir rüyanın orta yerinde uçurumdan düşmek gibi! Yere çarptığın anı görmeden uyanırsın ya kan ter içinde, işte öyle bir duygu! Aşkın ortasına gömülü duruyor kabuslar. Bir ses, bir koku, bir cümle, bir film karesi; her ne tetikliyorsa an içinde, çıkıveriyorlar ortaya ama biz yine de göremiyoruz. Şimdiki çocuklar daha şanslı sanırım. Hepsinin psikolojik durumları önem taşıyor. Okulda rehberlik, toplumda psikoloji dersi işleniyor. Çocuğa nasıl yaklaşmalısınız? Bize yapılanı yapmamak için direniyoruz ama kurtarabildiğimiz gelecek nesil, kurtarılamamış geçmiş neslin elinden çıkıyor. Sokağın ortasında dondurma veya oyuncak diye tutturup ağladığımızda, bizi bırakıp gitmekle tehdit eden annemiz, aslında aklımıza ne kazıdığını bilmiyordu. Yaptığımız yaramazlıklar sonucu, aşırı tepki göstererek kızan, hatta iki de tokat patlatan babamızın, bizi bir daha sevmeyeceği korkusunu nasıl yerleştirdik beynimizin alt köşesine, farkında değiliz. Çocuğun önünde kavga edilmemesi gerektiği bilgisi kaç yıl önce açıklandı ebeveynlere, bizim büyüklerimiz bu açıklamaya yetişememiş olmalı! Belki de şu anda hatırlamadığımız, kaç kavga fotoğrafı taşıyoruz aklımızın karanlık köşesinde? Hepsi çocuklukta kalan görüntülerden ibarettir sanıyorsanız, yanılıyorsunuz! Annemizin bizi sokağın ortasında bırakıp gideceği korkusu, büyüdükçe yerini yalnızlık korkusuna bırakmadı mı? Bu yüzden tutunup kalmadık mı yanlış adamlara, yanlış aşklara? Babamızın bizi sevmeyeceği endişesi ile yapamadığımız masum çocukluk haylazlıkları, yıllar sonra eşimizin, değer verdiğimiz erkeklerin de bizi sevmeyeceği paniğine dönüşmedi mi? Bu yüzden, kişiliğimizden, yaşantımızdan, gereksizce ve fazla ödünler verip, sözüm ona yaramazlık yapmaktan vazgeçmedik mi? Üstelik o vazgeçişler, bir ömrü yiyip bitirmedi mi? Kavga sahnelerinden üstümüzde kalan tozlar, yıllar sonra hakkımızı aramak için bile kavga edemememize, sinik, sönük kişiler olmamıza, özgüven eksikliğine sebep olmadı mı? Bir türlü beceremediğimiz ilişkilerin, aşkı hep yanlış kişilerde aramamızın, sevgiyi fazla veya az verişimizin, kısacası bir türlü dengeyi bulamamamızın altında, masum günlerden kalan resimlerin izi var. Kendimizle gerçek anlamda yüzleşmeden, ruhun derinlerindeki anıları temizlemeden, doğru ve aklı başında bir sevdaya sahip olmamız da zor görünüyor. Biz, alacakaranlık kuşağı çocuklarıyız; hepimizin aşkı biraz hasarlı! Candan Ünal

15 Aralık 2011 Perşembe

saçma duygular


saçma bir hüzün içindeyim zor nefes alıyorum çoğu zaman...
etrafımdaki insanların her söylediği söz batmaya başlıyor bu aralar.

gitmek istiyorum kimsenin beni tanımadığı bilmediği bir ülkeye. orada küçük bir evim olsun istiyorum sabahları erken kalkıp akşamları erken yatmak istiyorum. televizyonsuz bir hayatın keyfine varmak bol bol kitap okuyup kitaplar hakkında konuşmak istiyorum. sabah uyandığımda uzun uzun yürümek istiyorum ağaçların arasında. ama olmuyor işte bu kadar şeyin hayalini kurduktan sonra etrafıma bir bakıyorum istemediğim bir bölümde okuyorum dışarıda kötü bir ısparta havası etrafımda gereksiz bir sürü insan sevdiğim insanlar izmirde kalmış. çok sıkıldım böyle yaşamaktan şu anda tek istediğim çantaya bir kaç kıyafet koyup onun yanına gitmek ama olmuyor işte olmuyor.....

14 Aralık 2011 Çarşamba

daraltılmış zamanlar...


Daraltılmış zamanların içinde bir yerde buluyorum kendimi…
Kaybolmuş ve yaşadıklarımın parçalara böldüğü bedenimi bir araya getirirken…
Ne çok yalan varmış hayatımda ve ben nasıl inanmışım tutarsız insan silüetinin her söylediği masalsı cümlelerine anlamıyorum…
Kendime de kızmıyorum aslında, keşke bu kadar koşulsuz güvenmeseydim diye içimden geçiriyorum sadece…
Şimdi her şey tek tek yüzüme çarpıyor ve ben gerçeklerle yüzleşiyorum…
Zaman yok!
Harcanacak daha fazla zaman yok evet, bunu anlıyorum…
İnsanlara emek verirsin, onlara senin için önemli olan zamanını verirsin, çabalarsın onlar için yeni yeni düşler kurar mutlu olması için uğraşırsın.
Sonra birden, sonra aniden her şey değişir, tuzla buz olur bütün yaşananlar, zaman ayırdığın emek verdiğin insanlar bir bir yara açar bedeninde ve yüzleri kızarmadan öylesine deşerler açtıkları yarayı da…
Tuz buz olmuş bütün yaşanmışlıkların üzerinde yürürler ve onlar her adım attığında, her defasında kendilerinden biraz daha uzak kalmana sebep olup içinde onlara karşı yaşattığın bütün hissiyatını alıp götürürler…
Öyle bir hal alır ki nefret bile edemeyecek kadar uzak kılarlar, hissiz bırakırlar insanı yaptıklarıyla ve en kötüsüdür bir insana karşı hissiz kalmak bunu fark edemezler, en çok buna şaşırırsın…
Sen uzaktan öylece bakakalırsın hayret içinde, seyredersin…
İçinden tepki vermek bile gelmez çünkü öyle önemsiz kılarlar ki kendilerini. İçlerine düştükleri bu boşlukta duvarlara çarparak geri döndüklerinin farkına bile varmadan savrulurlar…
Ne garip dersin ve bir süre sonra artık öyle önemsiz hal alırlar ki artık hiç görmemeye ve seslerini hiç duymamaya başlarsın.
Şimdi olduğu gibi…
Yok oluyorlardır yaşamından silüetleri bile siliniyordur gölgelerinden…
Zaman geçiyordur ve zaman hak edemeyene harcanmayacak kadar özeldir…

gizli saklı....


sevmek ve nefret etmek... sanırım ikisinin arasında çok ince bir çizgi var.
bu günlerde bunu düşünüyorum uzun uzun ve çoğu zaman o çizginin tam üstünde buluyorum kendimi. arkadaş dost bu kavramları yitirdiğimizi düşünüyorum çoğu zamanda. bir dostunuz vardır elbet en özelinizi en saklı gizlinizi onunla paylaşırsınız ama bir gün gelir ve ondan şüphe etmeye başlarsınız ya bir başkasına anlatıyorsa die ve güven yavaş yavaş biter. böyle bir durum içindeyim son günlerde ve şunu fark ediyorum etrafımda özel şeylerimi en gizli saklı olaylarımı anlata bileceğim kimse yok.